1 Temmuz 2014 Salı

Olimpos Dağı'nın Tepesinden Uçurum Aşağı

Buraya bir şeyler yazmayalı uzun zaman oldu. Son gönderimin tarihine bakıyorum da, yaklaşık bir yıl olmuş. Bir yıl boyunca neler yaptım; asıl sorulması gereken soruysa, bir yıl boyunca neden yazmadım. Bu satırları yazmadan evvel kendi üslubuma yakın bir üslupta ilerleyeyim diye daha önce yazdığım yazılara biraz göz gezdirdim ve bir şey dikkatimi çekti. Sanki Olimpos Dağı'nın tepesinden, ta en yukarısından insanlara sesleniyormuşum gibi bir üslupla kaleme almışım tüm yazılarımı. Sanki dağın gölgesinde benden bir şeyler öğrenmek için medet uman bir kalabalık varmış da, ben de lütfedip, didaktik bir tonda bu kalabalığa vaaz veriyormuşum gibi bir izlenim bırakmışım. Bilmiyorum; en azından yazdıklarımı tekrar okuduğumda bende böylesi bir his oluştu. Bunu yapmaya hemen bir son vermeye karar verdim, tabii ki. "Tabii ki" diyorum; çünkü bu bloga yazdığı ilk yazıdan itibaren toplumu değil bireyi savunan ve kişinin kendine yabancılaşmasının önüne geçilmesi gerektiğini iddia eden benim gibi biri bile az daha toplumun içinde eriyip gidecekti. Bu da sanırım neden bir senedir herhangi bir yazı girmediğim konusunda yeterince açıklayıcı olmuştur. Yazı girmedim; çünkü burada Olimpos Dağı'nın ta en tepesinden "Just Do It!" diye vaazlar okurken, ben kendim "Just Do It!" diye haykırmayı başaramamıştım. Bu üç kelime dilimin ta ucuna gelmiş, ama sese gelmeyi, isyanımın bir sembolü olmayı başaramamıştı. "Neden?" diye soruyorum kendime şimdi, "Neden başaramadım?" Her ne kadar bu soruyu cevaplamam tam anlamıyla mümkün değilse de, elbet benim de bir tahminim var. Toplumun elindeki belki de en büyük koz olan sevme, sevilme ve kabul edilme duyguları kesmişti nefesimi. Bu yüzden tam "Just Do It!" diyecekken kelimeler dilimin ucunda mühürlü kalmıştı. Bunların sistemin devamlılığı için yaratılmış birer illüzyondan başka bir şey olmadığını hatırladım tabii, şimdi burada bu satırları yazıyor olmam da bunun bir göstergesi; fakat itiraf etmeliyim bu hatırlayışın zamanlaması bana tam iki milyara patladı. Bu yazın temmuz veya ağustos ayında çıkacağım Karadeniz turu için gerekli malzemeleri tamamlayacağım yerde, o paradan katbekat fazla bir paraya bir bilgisayar aldım. Hani şu son çıkan oyunları en yüksek grafik değerinde oynamamı sağlayacak türden bir bilgisayar. Fakat ne oldu; daha bilgisayarı elime aldığım ilk günden artık benim o kişi olmadığımı anladım. Ben artık bu değildim. Bundan ibaret değildim. Benim duygularım, hayallerim ve ideallerim vardı. Bir bilgisayar başında oyun oynayarak hayatımı geçirmek niyetinde değildim. Belki bana iki milyara patladı ama olsun, tekrardan bütün bunların birer illüzyondan ibaret olduğunu fark etmek paha biçilmez bir duygu. Daha önceden -galiba bir önceki yazımda- bir paradoks listesi hazırlamıştım; o listeden üstünü çizdiğim bazı şeyleri nasıl edindiğimiyse açıklayamamıştım bu yazı hem biraz böyle geri dönüş mahiyetinde olsun, hem de ufak tefek şu aldıklarımı nasıl aldığımı açıklayayım dedim.

Öncelikle, benim için ve turumun geleceği için de elbet en önemli olan ekipmandan, belki de yolculuk boyunca can yoldaşım olacak bir arkadaştan başlamam gerekiyor: Bisikletimden. Bisikletim için uzun zamandır para biriktiriyordum aslında. Para biriktirmekten kastım para biriktirmeye çalışmak. "Çalışmak" diyorum çünkü kitaplara olan düşkünlüğüm ve onları görünce almamaya dayanamayışım sebebiyle paramın hepsi bana geldiği gibi D&R'ın kasasına gidiyordu (bu arada bundan sonra D&R'dan alışveriş yapmamaya da karar verdim. Sahaflar dışında herhangi bir yerden kitap almak yok artık!) Fakat bütün bu para biriktirmeye çalıştığım süre boyunca aklımdan çıkarmış olduğum bir faktör varmış: Baba faktörü. Aslında prensip olarak annemden ve babamdan yüksek değerde bir şey almayı kabul etmiyordum, fakat babam bütün ısrarlarıma rağmen "bu senin on sekizinci yaş günün; kitap her zaman alırsın, bana özel bir şey söyle" deyince benim de aklıma bisiklet olayı geldi. Çekine çekine söyledim: "Aslında ben para biriktiyorum ama..." filan da, falan da. Babam da "olur, alalım tabii"dedi.

Bisikletimi Delta Bisiklet'ten aldık. Bir önceki yazımda hazırladığım Paradoks Listesi'nde gözüktüğü gibi bir TREK FX 7.4. Satıcı elemanın üstün satış yetenekleri yüzünden 2013 modelini alma niyetiyle dükkana girerken 2014 modeli elimizde çıktık. Bir parça daha tuzluya geldi tabii. Bütün ekipmanlarla beraber (tekerleklerin değişip, özellikle yabancı turcular arasında pek popüler olan Schwalbee Marathon tekerlekler takılması; yetersiz frenlerin değişip, yerine daha güçlü frenlerin takılması -her ne kadar bu yeni frenlerin de arka freninde bir problem olduğunu hissetsem de-) yaklaşık iki milyara yakın bir para tuttu bu yeni bisiklet.

Delta Bisiklet'e uğramadan şu an maalesef adını hatırlayamadığım bir bisiklet dükkanına daha uğramıştık. Orası bana Delta Bisiklet'ten daha cana yakın gelmiş ve sahiplerinin turculuk konusunda daha bilgili olduğu izlenimini vermişti aslında. Sahipleri özellikle doğuda pek çok tur yapmış kişilerdi. Bir önceki yazımda yaptığım rotaya Batum'u katmam da, bu dükkanın sahiplerinden birinin bana önce Karadeniz'i dolaşıp, sonradan bir lira gibi sembolik bir rakama Gürcistan'a geçebileceğimi söylemesiyle olmuştu. Bana galiba her çarşamba dükkanda seminerler verildiğini, turlarını bitirmiş turcuların her çarşamba kendi turlarında başlarından geçenleri slaytlar eşliğinde anlatmak için dükkanlarına geldiğini, benim de hiçbir ücret ödemeden dinlemek için gelebileceğimi söylemişlerdi. Fakat biraz çekingen yapım nedeniyle, o seminerlerden hiçbirine gitmedim. Keşke gitseydim! Bakalım yeni bisikletim, yeni yol arkadaşımla koyulacağım maceraların, birlikte üstesinden geleceğimiz yolların ve tehlikelerin ardından belki ben de o dükkanda bir seminer veririm. Böylece dinleme fırsatını kaçırmış olduğum o seminerler yerine kendim çıkıp bir şeyler anlatmış, başımdan geçenleri başkaları yararlansın diye dile getirmiş olurum.

Paradoks listesinde üstünü çizdiğim diğer ekipmanlara bakıyorum şu an: Heybe çanta ile çadır var. Heybe çantayı yaklaşık bir yıl kadar evvel, şu an ismini hatırlayamadığım bir bisiklet dükkanının internet sitesinden sipariş ettim. 100 lira gibi bir şeydi sanırım; o yüzden hemen cebimden ödedim parasını. 55 litrelik bir çanta oluyor kendisi. Çadıra gelince, heh işte, işin en güzel kısmına geldik. Üç ekipman arasında en çok bunu alabildiğim için kendimle gurur duyuyorum. Çünkü eski hayatıma dair bir şeyi, PlayStation 3'ümü feda edip bu çadırı aldım. Gittigidiyor'dan ilan verdim önce, böyle ikinci el bir PlayStation var diye. İlan verdiğim günün akşamı bir adam site üstünden bana ulaştı ve "gel şu gittigidiyoru aradan çıkaralım, komisyon ödeme boşuna. 700 lirayı 600'e çek, ben senden direkt Eminönü'nden elden teslim alayım" dedi. Ben de "olur" dedim ve PlayStation'ımı o adama  satıp karşılığında aldığım 600 lirayla hemen Kadıköy'de ki K2 Outdoor'a gidip 3 Mevsimlik son derece hafif bir çadır aldım kendime.

Şimdiye kadar aldığım bütün ekipmanların hikayesi böyle. Geri dönüş yazımı da yazmış oldum böylece. Planlar dediğim gibi bir ara unutulmuştu ama şimdi benim hatırlamamla beraber tekrar hazırlanmaya başladılar. Pompa, arka bagaj, kanca, mat, uyku tulumu, fener gibi ekipmanları da tamamlamamın ardından bu Ağustos gibi yollara koyulmayı planlıyorum. Bakalım ne olacağı belli olmaz. Önümüzdeki yazıda yeni hazırladığım rotanın planını göreceksiniz büyük ihtimal. Onun hemen ardından gelecek yazılarda da bana bu seyahat tutkusunun nasıl yerleştiğini ve bana ilham veren kişileri okuyacaksınız.

16 Ekim 2013 Çarşamba

Hayaller Listesi

Bir önceki yazımda, önümüzdeki yaz için bir Batı Karadeniz turu yapmak istediğimden bahsetmiştim. Böylesi bir turu hayatımda ilk defa gerçekleştireceğimi düşünecek olursak, şimdiden çeşitli planlamalar yapmam ve bisikletle ilgili çeşitli bilgiler edinmem gayet doğal gözükecektir. Araştırdıkça, öğrendikçe, planladıkça yolun daha ne kadar az bir kısmını katettiğimi görüyor ve her saniye bundan dolayı hayrete düşüyorum. Evet; özellikle bu kurban bayramı vesilesiyle bayağı bir boş vaktim oldu ve ben de bu vakitte en azından patlayan bisiklet lastiği nasıl yamalanır, bisikletin parçaları nelerdir, söz konusu parçalar nasıl değiştirilirler tarzından bilgiler edindim, vakit kaybetmeden. Ayrıca tura çıkarken yanıma almam şart olan çeşitli malzemeler hakkında da genel bir fikre sahip oldum. Fakat, bu dokuz günlük kurban bayramı süresince rota hakkında çok az araştırma yaptığımı itiraf etmek zorundayım. Çeşitli forumlar aracılığıyla ve buralarda sahipleri dünya turu yapmış olan bir bisiklet dükkanından öğrendiğim kadarıyla Yenice Ormanları, Trabzon, Of, Sümela Manastırı, Ayder Yaylası, Gürcistan(Batum) gibi yerleri rotama dahil etmeye karar verdim. Ah, evet, kısa zamanda Karadeniz'le ilgili bir araştırma yapmalı! Bu arada "Bu adam Batı Karadeniz Turu diyor ama rotasına Trabzon, Batum falan katmış"diyenlere: Planlarımda ufak bir kaç değişiklik oldu; bütün Karadeniz'i kapsayan ve oradan da Batum'a geçen bir tur, planımın son hali. Batum'a zaten kimlikle beraber cüzi bir miktar ödenerek girilebiliyormuş. Dönüş yolu içinde, Batum'dan otobüse binip Karadeniz'de inmeyi ve oradan da İstanbul'a kadar tekrar pedallamayı düşündüm. Bakalım; planlarımın ne kadarı gerçekleşecek, ne kadarı ertelenecek, ne kadarı değişecek... Bunu ancak zaman gösterebilir. 

Hemen aşağıda, tur için kabataslak olarak çıkardığım ihtiyaç listem bulunuyor. Ben buna "Hayaller Listesi" demeyi tercih ediyorum. Gayet tabii bu listeye "Paradoks Listesi" de diyebilirdim. "Neden?" diyecek olursanız; listedeki her bir maddenin üstünü çizdiğimde hem hayallerime yaklaşmanın verdiği çocuksu heyecanı, hem de olayın gerçekliğinin soğuk nefesini üzerimde hissediyorum da ondan. Tabii ki böyle bir liste çıkarmak için çok erken ve bu liste dediğim gibi bir kabataslak liste. Bu sebeple listeye şu an eklememiş olup da sonradan ekleyeceğim pek çok şey olabilir. Üstü çizilenler halihazırda edinmiş olduklarımdır.


  1. Çadır (Vaude Campo Compact 3 Season 3P) 
  2. Mat (Easy Camp Siesta 1.5 cm) 
  3. Uyku Tulumu (Ferrino Lightech 950)
  4. Bisiklet (TREK FX 7.4 2014)
  5. Bisiklet Bagajı
  6. Heybe Çanta (Taiwan 3H 55 LT. Su Geçirmez)
  7. Kamp Lambası
  8. Harita
  9. Pusula
  10. Yama Paketi
  11. Bisiklet Ön Çantalar
  12. Yolluk Pompa
  13. Kamp Tencere, Ocak vb. 
  14. Bisiklet Lambası 


Bunlar alacak olduklarım ve aldıklarım; bir de aşağıda yanımda götüreceklerim var.


  1. Kitaplar (H.D. Thoreau- Walden, Yabana Doğru, Meteliksiz- Mark Boyle, Savaş Ve Barış- Tolstoy)
  2. Elbiseler
  3. Mayo


Dediğim gibi bu listenin kabataslak hali. Sonradan liseye pek çok madde eklemesi yapabilirim. 

9 Ekim 2013 Çarşamba

Korkulardan Arınma

Bu yaz, reşit olmamı kutlamak adına bir Batı Karadeniz turu yapmayı düşündüm. Hemen gereken malzemelerin listesini hazırladım, hazırlıklar yapmaya başladım tabii. Zaten yaklaşık üç yıldır bu yazı planlıyordum; neler yapılabilir, nerelere gidilebilir, diye. Tabii ki aklımda bir kaç fikir vardı neler yapacağımla ilgili. Öncelikle bir tur yapacağım kesindi. Bu turu bağımsız bir şekilde gerçekleştirecek, yanıma gereken malzemeleri kendim alacak ve önüme çıkan her türlü engele karşı kendim savaşacaktım. Bir nevi "reşit olma ritüeli" olarak düşünmüştüm bu turu sizin anlayacağınız. İnsanın her ne kadar -özellikle bu yaşlarda- üç yıl içerisinde fikirleri değişse, çıkmazlara girdiği anlar olsa, moralinin dibe vurduğu zamanlar yaşansa da bu hayal bende hep baki kaldı. Geçenlerde dünya turuna çıkmış bisikletli turcuları araştırırken, aralarından bir çoğunun özellikle trafik kazaları sonucu hayatlarını kaybettiğini duyduğumda ne yalan söyleyeyim biraz korkmadım ve sarsılmadım değil. Bunda turu gerçekleştirme zamanımın gittikçe yaklaşması ve benim gözümde olayın gerçekliğinin daha da açıklık kazanmasının payı da büyüktü tabii. Fakat o sırada, tamda sizlere geçen yazımda bahsettiğim söz yankılandı kulağımda: "Just Do It" Tam bu sesin yankılandığı anda içimde çok taze bir gücün hareket ettiğini hissettim. Korkularımla savaşıp, onları benliğimden defeden ve bana Neyzen Tevfik'ten çok güzel bir sözü hatırlatan bir güçtü bu: "Hayat üç buçukla dört arasındadır... Ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın"





Gaza gelmeye ihtiyacı olan veya tıpkı benim gibi çeşitli korkulara kapılıp yine tıpkı benim gibi bu korkularından arınmak isteyen arkadaşlar varsa yukarıdaki "European Outdoor Film Tour" a ait tanıtım videosunu izleyebilirler. Yine yukarıdaki videodan bir arkadaşın sözü çok hoşuma gitti-hani dağınık saçlı, hobbit evine benzeyen karlar arasında bir evden çıkan arkadaşın sözü: "How did I get here? Oh man, you won't even believe me!" 


7 Ekim 2013 Pazartesi

"Just Do It!" veya "Şimdi Değilse Ne Zaman?"

Etrafımızda her zaman mevcut durumlarından yakınan, yitip gitmiş hayallerinin ardından bir kaç damla yaş döken insanları görür, hallerine üzülürüz. Konu bana gelince; duygum üzüntüden çok acıma şeklinde ortaya çıkıyor. "Sebebi ne?" diye sorarsanız şayet, şöyle açıklayayım: O bir kaç damla gözyaşının arasında dökülen hayaller; aslında aynı zamanda acımadan kayıp giden fırsatların, farklı yaşam seçeneklerinin, kısacası "farklı hayatların" mezarlarına dökülen, bir teselliden, bir sudan ibaret. Bundan sonra neyi denerlerse denesinler, fayda etmeyecek; lakin hayaller mezarlığı sulanmış ve üstünde ki otlar o denli uzamış ki, kişi kendine dahi yabancılaşmış. Kendi hayallerinin farkındalığından uzaklaşmış ve kendine yabancı biri haline gelmiş. Hayatın asıl gerçeğinin kendine ulaşmak -ulaşmak olmasa bile aramak-, sonu kendine açılan patikalarda koşmak olduğunu anlayamamış. Böyle insanlarla karşılaşabilmek için illa merkezlerin arka sokaklarında dolanmaya gerek olduğunu düşünmeyin; sokakta yürürken yanınızdan geçen insanlara bakmanız ve yüzlerinde ki umutsuzluğu, mutsuzluğu gözlemlemeniz kafi. Böylelerine içimden sadece tek bir şey demek geliyor, o da: Başınız sağ olsun! Ne de olsa, kendinizi erkenden toprağa verdiniz. Bir insanın kendisine karşı yapabileceği en büyük kötülük de bu bence; kendini erkenden toprağa vermesi.

Şunu da tabii ki göz önünde tutmak gerekir ki, herkesin hayalleri aynı değildir. Kimisi benim gibi bisiklet turları yapmak, dünyayı dolaşmak ister; kimisiyse güzel bir aile kurup çoluk çocuk sahibi olmayı düşler. Kimisinin hayallerinde asker olup vatanı uğruna savaşmak vardır; kimisininse hayalinde sanatçılığın yaratıcı nefesini üzerinde hissetmek yatar. Herkes farklı şeyler isteyebilir ve bütün bu farklı isteklere karşı hoşgörülü yaklaşmak gerekir. Ne de olsa dünyamızı güzelleştiren şey bunlar; renkler, farklılıklar, düşünceler, hayaller. Benim gibi birisi belki başka bir kişinin neden bir aile babası olmak istediğini anlayamayabilir;  fakat böyle bir durumda şunu hatırlamalıyım ki, o insanda benim neden böylesi bir avarelik içinde gezdiğime şaşkınlıkla bakıyor olabilir ve büyük bir olasılıkla bakıyordur da. Bu gibi durumlarda her zaman için aramızdaki ortak paydayı hatırlamak gerekir: İkimizde hayallerimiz doğrultusunda, isteklerimizin ışığında yaşıyoruz ve ikimizde mutluyuz. Sen nasıl yaşamak istiyorsan öyle yaşa ve ben de nasıl yaşamak istiyorsam öyle yaşayayım ve kimse birbirini rahatsız etmesin. Herkes kendi hayallerinde, kendi dünyalarında güzel ne de olsa; fakat sadece ama sadece herkes "kendi" dünyalarında güzel. Başkalarınınkinde değil, başkalarınınkinde sadece çirkin bir yardımcı oyuncu görevi görürüz hepimiz; oysa herkesin hayalinde başrolü kapmak yatar.

Kendi hayalinizin ne olduğunu, neler yapmak istediğinizi belirlediğinizdeyse, sakın şunu aklınızdan geçirmeyin: "Evet, bütün bunları düşlüyorum; iyi, güzel. Fakat bunları yapmak için ne durumum var ne de zamanım.Biraz gerçekçi olmalı ve hayallerimden kendimi arındırmalıyım." Hayır, bunu bir an için bile aklınızdan geçirmeyin; bu sizin ruhunuzu satmanız, kendiniz olamamanız anlamına gelir ki etraf zaten onlardan kaynıyor. Bu kadar gerçekçi insanın arasında bir de sizin gerçekçi olmanıza gerçekten hiç ama hiç ihtiyaç yok. Siz kendi hayalleriniz doğrultusunda ilerlemeli, belki en iyi şekilde gerçekleştirmemeli fakat en azından çabalamalısınız. Mesela ben hayalimde ki bisiklet turuna çıkmadan evvel alabileceğim en iyi bisikleti, en iyi çadırı, en iyi matı, en iyi bagajı, en iyi giysileri almayı beklersem, bu, bütün hayatım boyunca bekleyeceğim anlamına gelir. Her şeyin en iyisine sahip olmak zorunda değilim ve zaten olayın bütün heyecanı, macerası, tutkusu ve zevki de bu noktada yatıyor: Ben her şeyin ne en iyisi olmak zorundayım ne de en iyisine sahip olmak. Yapmak zorunda olduğum tek şey var, o da kendim olmak. Bunu kendinize diyebildiğiniz an; artık siz de toplumun hayali zincirlerinden kurtulmuşsunuz ve özgürlüğünüzü kendi ellerinizle, kendi kanınız ve kendi emeğinizle kazanmışsınız demektir. 

H.D Thoreau'nun da dediği gibi: 

"Hiçbir insan, yoldan çıkma pahasına aklına tabi olmadı. Sonuç, belki fiziksel bir zayıflık olabilir, ama daha yüksek prensiplere uyan bir yaşamdan kimse pişmanlık duyduğunu söyleyemez. Eğer gündüzü ve geceyi neşeyle selamlıyorsan, hayat çiçekler ve hoş kokulu bitkiler gibi güzel kokular saçıyorsa, daha esnek, yıldızlı ve ölümsüzse -işte o zaman başardın demektir. Doğa, bütünüyle sana yapılmış bir kutlamadır, anbean kendini kutsamış olursun. En büyük kazançlar ve değerler en az takdir edilenlerdir. Varlıklarından kolaylıkla şüphe edebiliriz. Çabucak unutulurlar. En yüksek gerçek onlardır."

Tutunacak bir hayaliniz olması kadar şanslı bir konumda olduğunuzdaysa, kendi kendinize sadece şu sihirli cümleyi söyleyiverin: "Just Do It!" O zaman hayalinizle beraber yaşamanın, onu geciktirmemenin ve hayalinizle soluk almanın ne denli muhteşem bir şey olduğunu anlayacaksınız. Yaşadığınız her an Engin Günaydın'ın da Türkiye hakkında ki şu tespitine bir başkaldırı niteliğinde olsun: "Kendin olamamak Türkiye sisteminin temelidir." Bunun yanlış olduğunu gösterecek olanlar sizlersiniz, bizleriz, benim ve sensin! Umarım içimize her nefes çekişimizde, aklımızda "Just Do It" cümlesi yankılanır ve biz hayallerimizin boyadığı bir dünyada emin adımlarla yol alıyor oluruz. 


6 Ekim 2013 Pazar

Başlangıç

İnternet üzerinde böyle bir sayfa açmak, aslına bakılacak olursa uzun süredir istemekte olduğum bir şeydi. Bu sayfayı açmadan evvel yaklaşık üç sene boyunca yabancı turcuların, bisikletçilerin sayfalarını inceledim; onların bilgilerini, turlarda karşılaşılabilecek sorunlarla ilgili çözümlerini, maceralarını, turculuğun zorluklarıyla ilgili paylaştıklarını okudum. Bütün bunları okurken, özümserken yerli bisikletçileri, turcuları da ihmal etmedim tabii. Onların da cesaretlerinden, “bizdenlik” lerinden, bilgeliklerinden,  yerel rota bilgilerinden yararlandım. Rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki: Şu an ne haline geldiysem, hepsi bu okuduğum yabancıların ve yerellerin, yani bizlerin sayesindedir. Böylesi bir sayfa açma fikri de, Andrew ve Friedel’ın sayfalarını okurken düştü aklıma. Kendi kendime, bizim de neden böyle bir sitemiz olmasın ki, dediğimi hatırlıyorum. Siteleri o kadar düzenliydi ve o kadar kişinin ihtiyaçlarına hitap ediyor, aynı zamanda bisiklet turculuğunun gerçekleriyle ilgili o denli isabetli konulara değiniyordu ki, kelimenin tam anlamıyla şaşkınlığa uğramıştım. Hem dünya üzerinde tanınmış birçok turcuyla ilgili röportajlara yer veriyor, hem de kendi turlarında öğrendikleri çeşitli bilgeliklerden okurlarına pay çıkarıyorlardı. Onların sayfalarını keşfetmem, benim bu yazının ilk satırlarını yazmamın nedeni oldu. Bu nedene; Türkiye içinde de bisiklet turculuğunun rahatlıkla yapılabileceğini, bize gerekenin sadece biraz cesaret ve heves olduğunu göstermek gibi bir misyonu yüklenmek ve bizim de bisiklet turculuğu hakkında etraflıca bilgi veren, tecrübeli, daha öncesinde birçok uluslararası turlar düzenlemiş öncelikli yerel turcularla röportajlara yer veren ve yeni tura çıkmak isteyen fakat gereken cesareti bulamayan ve gereken bilgiye ulaşamayan arkadaşlara ihtiyaç duyduklarını vermeyi hedefleyen bir bilgi ağı oluşturmak gibi şeyler de eklenince, bu sayfa zamanla şimdiki haline bürünmeye başladı.


Bir tür karşı çıkış olarak da tasarlandı bu sayfa, pek tabii. “Ne gibi?” dediğinizi duyar gibiyim. Zamanın tıpkı kum saatinden usulca dökülen kumlar gibi akmasıyla; insanların büründükleri tahammülsüz hale karşı bir karşı çıkıştı belki de, bu. Belki de her bir gün diğer bir güne dönüşürken toplumun, paranın, kariyerin, sorumlulukların, sistemin yüceltilip; bireyin, düşüncenin, hayallerin, özgürlüğün, karakterin aşağılanmasına, daha kaba bir deyişle yerin dibine sokulmasına karşı bir çıkıştı. Bir bakıma bir tür kişinin kendi içine yaptığı yolculuğu, daha doğru bir tanımlamayla, benim kendi içime yaptığım yolculuğu anlatmak, dile getirmek üzere de tasarlandı bu sayfa. Kendi gerçeğimi arayışımı, birey olarak kendimi buluşumu, kendi kimliğime kavuşuşumu –kavuşuşumdan ziyade arayışımı- ve bunların her birini insanların uzun zamandır kendi kurdukları bir sistem içinde battıklarını unuttukları yerin dışında yapmak istememin bir sonucuydu, bu sayfa. Bunun da aracı bisiklet oldu; herkesin de –bisiklet olmasa dahi- kendi arayışında yardımcı olacak birileri, bir şeyler bulması dileğiyle. Yazıyı meşhur dağcı John Menlove Edwards'dan bir sözle bitireyim:

"Hayat dolu bir beden ve fakat güçlü arzulara sahip, gergin bir zihinle geliştim. Hep daha fazlasını istiyordu benden; daha gerçek, ele avuca gelir bir şeyler istiyordu. Sanki ondan uzakmış gibi gerçeklik arayışındaydı...

Ama ne yaptığımı bakar bakmaz görebilirsiniz. Ben tırmanırım."